27 Kasım 2010 Cumartesi

Timur Selçuk - Modern Folk Üçlüsü - Sen Nerdesin

22 Kasım 2010 Pazartesi

GÜLE GÜLE KOMİSER KOLOMBO

Bütün çocuklar eniştelerini sever. Ben de severdim, Ali Enişte’yi, nam-ı diğer Komiser Kolombo’yu.. Bana sürekli hediyeler getirdiğinden ya da şımarttığından, evdeki bir çocuk için kısıtlama anlamına gelen kuralları çiğnememe izin verip destek çıktığı için değil, çok ama çok iyi bir insan olduğu ve inanılmaz derecede Komiser Kolombo’ya benzediği için. Üstelik sadece görüntüsü değildi benzerliği vurgulayan… Hafif çatallı ve derinden gelen sesi, durup düşünerek ve hafifçe başını öne eğip gözlerini yana devirerek konuşması, onu sahicisini solda bırakan bir benzeyişe sahip kılardı.


Eniştem Komiser Kolombo’ya benzetilmesine hiç kızmaz, tersine gülümseyerek onaylardı. Hatta daha da benzetsinler diye kendine açık renk bir pardesü ve koyu renk bir şapka bile almıştı!

Çocukluğumda hemen her yaz İstanbul’a teyzemle eniştemi ziyarete giderdik. Eniştem her sabah daha bizler uyanmadan saat 5 gibi kalkar, giyinip dışarı çıkar, gazetesini alıp eve gelir, çayı demler, sonra da koca bir demlik çayı bitirdikten, koskoca gazeteyi en ince detayına kadar okuduktan sonra yeni kalkmış olan teyzemle bize kahvaltı hazırlardı. Çocuk gözüyle hep bir roman kahramanına benzetirdim onu. Şahsiyeti de yüzü ve konuşması gibi hepimizden farklıydı..

Aradan uzun yıllar geçti, hayat koşturmacası, okullar derken ziyaretler seyrekleşti, ancak telefonlarda ya da özel günlerde görüşülmeye başlandı, eskisi kadar sık göremiyordum onu. Ancak bir gün İstanbul’dan ani gelen haberle derinden sarsıldık: Eniştemin beyninde bir tümör saptanmıştı ve bir süredir kimseyi hatırlamaz ve tanımaz olmuştu..

İstanbul’a vardığımızda teyzem üzüntülü ve endişeliydi, artık umudunu yitirmişti ve doktorların da söylediği gibi, eniştemin ‘iyileşmesi imkansızdı’. İçeri girdiğimizde gelen kimseyi, hatta çocuklarını bile tanımadığını, sadece onunla konuştuğunu ve çoğu kez kendisini görmeye gelenlere hakaret edip kapı dışarı ettiğini anlattı. Bize de aynı şekilde davranırsa üzülmememizi telkin etti.. Annem, babam ve benim hiç umurumuzda değildi bu durum, bizi kapı dışarı etse de, bağırıp çağırsa da onu son bir kez daha görmek istiyorduk, sevgili Komiser Kolombo’muzu.. Bir süre teyzemle geçmişten, şimdiden, oradan buradan sohbet ettik. Bekleyişin ağırlığı üzerimize çökmeye başlamıştı ki, içeriden, yatak odasından eniştemin sesi duyuldu:’Hikmeett!’..

Teyzem geri döndüğünde, eniştemin kalkabileceğini ve içeri gelmeye hali olduğunu söyledi. Sevindim, onu tekrar görecektim!

Eniştem, salonu arka odalara bağlayan koridorun köşesinden yavaş yavaş döndüğünde artık yerimde oturamaz olmuştum. Ancak teyzem bize yerimizde oturup herhangi bir harekette bulunmamamızı öğütlediğinden, öylece oturmak zorunda kaldım. Sessiz bir bekleyişti. Yavaş yavaş yanımdaki koltuğa doğru gelmeye çalışırken, üzerindeki gri renkli saten pijamayla yüzünün aynı renkte olduğunu fark ettim. Salonda müthiş bir sessizlik vardı.. Kimse konuşmaya başlayamıyordu; ne annem, ne babam, ne de ben.. Sadece ona bakıyorduk, yüzlerimizde belli belirsiz bir gülümseme ve içimizde derin bir üzüntüyle. Ondan gelebilecek her türlü tepkiyi kabullenmekle ilgili bir şeydi bu, bekliyorduk sadece..

Komiser Kolombo, içinde bulunduğu durumdan ötürü kendinden beklenmeyecek derecede güçlü bir sesle sessizliği bozdu:

‘Bu akşam buraya geldiğiniz için sizlere çok teşekkür ederim. Beni çok mutlu ettiniz, ömrüme ömür kattınız!..’

Bizi tanımamıştı.. Ama bakışlarımızdan, duruşumuzdan, geçmişten gelen ve onu çok seven ‘birileri’ olduğumuzu anlamıştı. Bizleri ‘Sizi tanımıyorum’ diyerek kapı dışarı etmeyi değil, onurlandırmayı tercih etmişti. Komiser Kolombo yine, herkesten farklı biri olduğunu ispat etmişti herkese..

O gece hep beraber, yeni tanışmış ama birbirini hemen çok seven ve sayan insanlar gibi sohbet edip pasta yedik onunla. Onu son görüşümdü, ama nedense mutsuz değildim..

Güle güle sevgili Komiser Kolombo, seni unutmayacağız..

ANATOMİ BİR SERÜVENDİR

Anatomiyle olan ilk serüvenim Ege üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim alırken başladı. O zamanlar ‘Hocaların Hocası’ lakaplı Prof. Dr. İsmail Ulutaş hala görev başındaydı. İsmail Hoca’dan hem çok korkar, hem de çok severdik. Onun gibi ders anlatan ve anlattığı dersi içselleştirmiş, özümsemiş başka bir hoca daha görmedim tüm eğitimim boyunca. Yıllar geçtikçe, bize özenle verdiği bilgilerin yararını hem meslek yaşamımda, hem de normal yaşamımda gördüm.


Anatomi dersi, içeriğinin insan vücudunun yapı ve fonksiyonlarının incelenmesi olması itibarı ile çok zevkli, ancak kullanılan materyalin kadavra dediğimiz formolle sabitlenmiş ölü insan bedeni olmasıyla da oldukça korkutucu görünen bir derstir her zaman. Tıp öğrencisi, daha tıp eğitiminin en başında karşılaştığı bu dersten her zaman çok korkar ve oldukça zor bulur. Anatomik terimlerin Latince olması, öğrencilere yeni bir dil öğrenme zorunluluğunu ve zorluğunu getirir. İşin aslı bir bulmacanın parçalarını tek tek öğrenip büyük resmi tamamlamaya çalışmaktadır. Her öğrenilen organ, detaylarına girilen her sistem aslında insan vücudu denen muhteşem yapının tüm yönleriyle kavranması içindir.

Anatominin tarihine baktığımızda sanat ve anatominin birlikteliği önemli bir olgu olarak kendini göstermektedir. Görsel sanatın mihenk taşlarından dahi ressam ve heykeltıraş Leonardo Da Vinci’nin, ortaya koyduğu muhteşem eserleri yaratmadan önce evinin bodrum katında geceler boyu zor şartlarda kadavra diseksiyonu yaptığı bilinmekteydi. Organların asıl yapılarını ortaya çıkarmak için beden boşluklarına balmumu enjekte etme yöntemini geliştirmişti. Bu teknik günümüzde de kullanılmaktadır. Gözlem yeteneği ve etkileyici teknik becerisi, onu tarih sayfasında anatominin babası yapmıştır. Anatomiyi bu kadar iyi bilen birinin kusursuz insan bedenleri ve yüzleri çizmesi daha olanaklı görünüyor. Tıpkı insan anatomisini iyi bilen cerrahın diğerlerine oranla daha başarılı operasyonlar yaptığı gibi..

Günümüzde ise anatomi sadece tıbbın temel derslerinden biri olarak algılanmakta ne yazık ki. Tıpta uzmanlık eğitimlerinin oldukça detaylandırılmasının bir sonucu olarak hekimlerimiz çeşitli dallarda uzmanlaşmakta, ancak bu denli uzmanlaştıktan sonra da insan vücudunun bütününü algılamayı kısmen bırakmaktadırlar. Uzmanlaşmanın insan sağlığı açısından su götürmez yararına karşın, vücudun anatomik yapı ve işleyişinin bir bütün olduğunun unutulması, bazen organ ya da sistem tedavisi yapılarak evine gönderilen, ancak bütünün işleyişi iyi değerlendirilmediği için bir türlü iyileşemeyen hastaların artmasına varlığına yol açmaktadır.

Bu bağlamda, Toplum Sağlığı Merkezleri’nin halkın bilgisini artırmak için düzenledikleri eğitimlerde, insan anatomisini, dolayısı ile yapı ve işleyişini anlaşılır bir dille anlatmaları toplum yararına olacaktır. Böylece her bireyin kendi bedenini, yapı ve fonksiyonlarını daha iyi tanımasıyla, koruyucu tıp amacına daha çok ulaşmış olacaktır. Tıbbın amacı eğer hastalıklar ortaya çıkmadan önce insan sağlığını korumak ise, böyle bir yönelimin insan sağlığına ve ülke ekonomisine katkısı tartışılmaz.

Bireysel anlamda, kendi bedenimizin yapısını ve işleyişini bilmenin, çoğumuz için belki görsel sanat alanında değil ama, yaşama sanatını daha iyi icra etmemizde yardımcı olacağına inancım tam. Bu bağlamda her bireyin kendi vücudunu tanıması, organlarının yapısını ve işleyişini iyi bilmesi kendi yararına olur diye düşünüyorum. Hastalıkla karşılaşmadan çok önce, kendi koruyucu hekimliğimizi önce kendimiz yapmalı, ancak çok daha sonra, vücudumuzu hekimlere ve tıbba bırakmalıyız. Bu da ancak anatomiyi iyi bilmekle olacaktır..



Rufus Wainwright - The One You Love

9 Kasım 2010 Salı

ANATOMİ VE YAŞAM

Anatomi terimi, eski Yunanca Ana (=içinden) ve Tome (-Temnein) (=kesmek) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Keserek ayırma, parçalama anlamına gelmektedir. Günümüzde, kadavranın bölgelere ayrılması ve bu bölgelerin kesilerek incelenmesi yöntemi için genel bir ifade olarak diseksiyon terimi kullanılmaktadır.


Anatomi, temelde vücudun yapı ve fonksiyonunun çalışılması anlamına gelir. Temel tıp bilimlerinin ilklerindendir ve ilk olarak Mısır’da çalışılmıştır. En erken anatomik tanımlamalar M.Ö. 3000 ve 2500 yılları arasında papirüs kağıdına yazılmışlardı. Tarihte anatomi ile ilgili ilk yazılı bilgiler ise M.Ö. 500’lerde yaşayan Croton’lu Alcmeon’dan kalmış olup İskenderiye’li Herophilos (M.Ö. 330-250), ilk kez insan kadavrası ve canlı bedenler üzerinde bilgi edinme amacıyla çalışmıştır.1 Çok daha sonraları Yunanistan’da, Tıbbın Babası ve anatomi biliminin kurucusu olarak adlandırılan Hippocrates (M.Ö. 460-377) tarafından insan anatomisi öğretilmeye başlanmıştır. Hipokrat, ‘Vücudun yapısı tıp biliminin başlangıcıdır’ demiştir.2 Gerçekten de anatomi bilmeyen, insan vücudunun yapı ve fonksiyonlarından habersiz bir hekimin hastalarını iyileştirebileceği düşünülemez. Anatominin tıbbın temeli olduğu su götürmez bir gerçekken, anatomi biliminin ilerlemesi için gereken kadavraların bulunmasında günümüzde hala yetersizlik vardır. İlk olarak İngiltere’de 1832 yılında parlamentodan geçirilen Anatomi Yasası ile tıp okullarında anatomik çalışmalar için sahiplenilmeyen ve bağışlanan vücutların kullanımı mümkün olmuş ve diğer ülkelerde de benzer kanunların oluşturulmasının yolunu açmıştır. ¹

Türkiye’de Osmanlı Tıbbında anatomi ve disseksiyon konusunda Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmut, zamanlarının ilerisinde düşünen padişahlar olarak tarihe geçtiler. Modern tıbbı öğrenmenin ve uygulamanın olmazsa olmaz koşullarından birinin de anatomi eğitimi ve disseksiyon uygulamaları olduğunu biliyorlardı ve bu konuda gayret gösterdiler, ancak var olan köklü inanışları yıkmak zor olduğu için onların dönemlerinde teşrih yani diseksiyon yapılamamıştır. Tanzimat’tan sonra tıp okulunun ders programlarında yenilenmeye gidilmiş; Avusturya’dan Sultan’ın bakımı için çağrılan ve Tıbbiye’de de görevlendirilen C.A. Bernard’ın isteği ve hekimbaşının desteğiyle, sınırlı şartlarla bile olsa, Padişah Abdülmecit tarafından disseksiyon ve otopsilere izin verilmiştir.4-5 Bu işle görevlendirilen Dr. Spitzer’in çalışmaları ile 1841 yılından itibaren Türk Tıp Eğitimi tarihi içinde programlı biçimde bilimsel disseksiyonlar yapılmaya başlanmıştır. 6,7

Anatomi eğitiminde temel amaç öğrencinin kendisine gereken bilgiyi en etkili yolla elde etmesi ve bunu verimli bir şekilde değerlendirmesidir. Amaca ulaşabilmek için gereken bilginin değişik yollarla verildiği farklı öğretim yöntemleri kullanılır. Bu yöntemlere göre de anatomi bir takım alt dallara ayrılır: Sistematik Anatomi, Bölgesel Anatomi, Karşılaştırmalı Anatomi, Cerrahi Anatomi, Klinik Anatomi, Yüzeysel (Surface) Anatomi, Kesitsel Anatomi, Estetik (Artistik) Anatomi, Spor Anatomisi gibi.

Bir tıp öğrencisinin hayatı boyunca hiç unutamayacağı anılarından biri anatomi pratiğinde, kadavra ile ilk karşılaştığı andır. Tıp öğrenimi içindeki anatomi dalı, “bedenin geçiciliği” ve “insanı parçalara ayırma” kavramları ile yüzleştiricidir. Bu yüzleşmeye tahammül edebilme, kişinin hekim olmayı kaldırabileceğinin ölçütü gibi görülür. Diseksiyona katılan öğrenci burada yaşadıklarının izlerini artık daima taşıyacaktır.8

Sanat ve anatominin birlikteliği de tarihte önemli bir olgu olarak kendini göstermektedir. Görsel sanatın mihenk taşlarından dahi ressam ve heykeltıraş Leonardo Da Vinci’nin, ortaya koyduğu muhteşem eserleri yaratmadan önce evinin bodrum katında geceler boyu zor şartlarda kadavra diseksiyonu yaptığı bilinmekteydi. Organların asıl yapılarını ortaya çıkarmak için beden boşluklarına balmumu enjekte etme yöntemini geliştirmişti. Bu teknik günümüzde de kullanılmaktadır. Gözlem yeteneği ve etkileyici teknik becerisi, onu tarih sayfasında anatominin babası yapmıştır. Anatomiyi bu kadar iyi bilen birinin kusursuz insan bedenleri ve yüzleri çizmesi daha olanaklı görünüyor. Tıpkı insan anatomisini iyi bilen cerrahın diğerlerine oranla daha başarılı operasyonlar yaptığı gibi..

Ancak tarih gene de Anatominin Babası olarak bir eczacının oğlu olan Andreas Vesalis’u seçti (1514-1563). Kilisenin tüm korkutmalarına direnen ve kendisinden önce anatomik tanımlamalar yapan Galen’in yanlışlarını düzelten Vesalius, modern tıbbın da kurucusu olarak kabul edilir.

Bireysel anlamda, kendi bedenimizin yapısını ve işleyişini bilmenin, çoğumuz için belki görsel sanat alanında değil ama, yaşama sanatını daha iyi icra etmemizde yardımcı olacağına inancım tam. Bu bağlamda her bireyin kendi vücudunu tanıması, organlarının yapısını ve işleyişini iyi bilmesi kendi yararına olur diye düşünüyorum. Hastalıkla karşılaşmadan çok önce, kendi koruyucu hekimliğimizi önce kendimiz yapmalı, ancak çok daha sonra, vücudumuzu hekimlere ve tıbba bırakmalıyız. Bu da ancak anatomiyi iyi bilmekle olacaktır..
Kaynaklar

1. Şehirli ÜS. Diseksiyon ve anatomi eğitiminde etik. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü basılmamış Doktara Tezi. İstanbul: 2001.

2. Kliniğe Yönelik Anatomi. Keith L. Moore, Arthur F. Dalley. Nobel Tıp Kitabevi, 2007.

3. Kahya E, Demirhan Erdemir A: Osmanlıdan Cumhuriyete Genel Tıp Tarihi. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı yayınları; 2000. p.172-173, 275-286.

4. Akıncı S. Osmanlı imparatorluğu tıbbında disseksiyon ve otopsi. İstanbul Tıp Fakültesi Mecmuası 1962; 25: 99-115.

5. Maskar Ü. İslam’da ve Osmanlılar’da otopsi sorunu üzerinde bir etüd. İstanbul Tıp Fakültesi Mecmuası 1976; 39: 286-301.

6. Erimoğlu C. Anatomi. In: Unat EK, edt. Dünyada ve Türkiye’de 1850 yılından sonra tıp dallarındaki ilerlemelerin tarihi. İstanbul: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Vakfı Yayınları; 1998. p. 26-31.

7. www.anatomidernegi.org/belge/kadavra_bagisi_gorusler

8. Öncel Ö, Namal A. Evrimsel bakışla tıp etiği açısından ceset. In: Terzioğlu A,edt. Tıbbi Etik Yıllığı 11. Yıllığı-11. İstanbul: 2002. p.85-106.

9. Tıp Tarihi. Paul Lewis (Çeviren: Dr. Nilgün Güdücü). Institute of Neurology, Londra. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 1998