22 Temmuz 2015 Çarşamba

HABERLER ALMAK YA DA ALMAMAK..

Yıllar önceydi, sanıyorum Saddam’ın şu meşhur idam edilme zamanıydı, haberleri izlemenin insan zihni üzerine yapabileceği tahribatı ve değişikliği inceden düşünmeye başlamıştım. O zamanlarda acımasız diktatörün ipe çekilme görüntülerini bilinçli bir şekilde izlemeyi reddettim, şu anda zihnimde –ne iyi ki- böyle bir görüntü yok. Ancak, haberlerin bu kadar girift bir şekilde hayatlarımıza nüfuz edebilmesi bana her zaman rahatsızlık verdi..
Şimdilerde fikirlerinin hayranı olduğum modern çağ filozofu Alain de Botton’ın yeni kitabı ‘HABERLER- Bir Kullanma Kılavuzu’nu okuyorum ve sayfaları her çevirişimde ‘işte bu!’ diyorum..
De Botton kitabın bir yerinde şöyle diyor: ‘Hayatlarımızın yalnızca aşağı yukarı ilk on sekiz senesini okul sınıflarının kozası içinde geçirdikten sonra, geri kalanını, üzerimizdeki etkileri herhangi bir akademik kurumunkinden çok daha fazla olan haber kuruluşlarının eğitimine tabi olarak geçiririz. Resmi eğitimimiz bitince, haberler öğretmenimiz olur. Kamusal hayatın havasını belirleyen ve kendi duvarlarımızın ötesindeki toplumla ilgili izlenimlerimizi şekillendiren tek önemli güç odur.’
Yazara göre haberleri bu kadar sıkı bir şekilde takip etmemizin altında korku duygusu var: Kısa bir süre için bile haberlere ulaşamazsak endişelerimiz birikmeye başlar ve ne kadar kısa süre içinde ne çok çok şeyin ters gidebileceğini bilmenin yarattığı merak duygusu da buna eşlik eder. Haberler ne kadar anormalse, kendimizin nispeten daha sağlıklı ve şanslı olduğunu hissederiz.
Şu sözler size tanıdık geliyor mu? ‘.. Haberlerin uğultusu ve telaşı benliğimizin en derinlerine sızmış vaziyette. Artık bir dakikalık bir sükunet ne büyük başarı sayılıyor; dikkatimiz dağılmadan uykuya dalmak ya da bir arkadaşımızla sohbet etmek nasıl da bir tür mucizeye dönüştü…’


Ben kendi adıma, haberleri ayıklayarak ya da çok içine dalmayarak çözümlemeye çalışıyorum bu durumu ve kendime eşsiz Madame Bovary’nin yazarı Gustave Flaubert’i örnek alıyorum: Flaubert yaşadığı dönemdeki gazetelerden nefret edermiş, çünkü gazetelerin okurlarını, dürüst bir insanın asla bir başkasına bırakmaya razı gelmeyeceği bir işi, yani düşünme işini, başkalarına havale etmeye sinsize ittiğinden eminmiş. Flaubert’e göre basının insan üstündeki etkisi öyle kirleticiydi ki, artık yalnızca hiç okuma yazması olmayan ve eğitim almamış insanların doğru düzgün düşünebilme şansı vardı. Bu bağlamda aklıma basit ve eğitimsiz bir çamaşırcı ile evlenip hayatının tüm yıllarını ona adayan Jean Jacques Rousseau geliyor, sanırım o da aynı şeyi düşünmüş olmalı:)
Arada sırada zihnimizin derinliklerinde, o depremin, bu kazanın, şu katliamın üzerimizdeki etkilerini biraz olsun yitireceği bir yere, gökyüzünün binlerce kilometre yukarısına, kainatın ortalarında bir yerlere doğru yükselebilmeye ihtiyacımız var. Etrafımızı dört bir yandan çevirmiş gibi görünen felaketler silsilesi yüzünden umutsuzluğa kapılamadan önce, haberlerde yayımlananların, en nihayetinde dışarda yaşananların yalnızca bir kısmı olduğunu unutmamalıyız, ne daha fazlası ne de daha azı…