28 Ekim 2015 Çarşamba

SANAT: İÇİMİZDEKİ ÖZ


Geçenlerde Türkiye’nin yetiştirdiği ve dünyaya armağan ettiği muhteşem İdil Biret’i izlemeye gittik. Biret, her zamanki göz ve kulak doldurucu performansını sergiledikten sonra sahne arkasına ayakta alkışlanarak uğurlandı. Ancak beklendiği üzre alkışlar kesilmeyince ‘bis’ yapmak için tekrar sahneye geldi. O anda hep sanatçının kendisi için çaldığını düşünürüm; tüm konser boyunca bize popüler olanı ve isteyebileceğimizi düşündüğü eserleri çalmıştır, ‘bis’ sırası ona geldiğinde, artık o yalnızca kendi istediği ezgiyi çalıp bize dinletecektir.. O nedenle benim için ‘bis’ler konserlerden daha değerlidir her zaman..
İdil Biret önceki senelerde verdiği konserlerinde ‘bis’’i genellikle virtüözlükte ulaştığı seviyeyi göstermek için kullanırdı, çalınması zor ve çetrefilli eserleri seçerdi, ya da bana öyle geliyordu, bilemiyorum. Ama bu kez farklıydı, sessizce ve usul usul çalıyordu, arada bir tekrarlanan o muhteşem ezgi ya da ana tema, dinleyenin sadece beynine değil, kalbine de işliyordu. Ne olduğunu tam olarak anlayamadığım ama içimde var olan duygu kıpırtılarını daha net hissedebiliyordum. Biret, adeta çaldığı ezgiyle içinde bulunduğu ruhsal durumu özetliyordu: varoluşsal bir sorgulama ve teslimiyet..
Hala okumakta direnerek bitirmeye çalıştığım yedileme kitabı ‘Kayıp Zamanın İzinde’’de Marcel Proust buna benzer bir enstantaneyi yazmıştı: Romanda baş kahraman olan Swann’a dinlediği piyano sonatı önce enstrümanlardan çıkan seslerin maddi niteliğiyle haz verir, ancak daha sonra, ‘…ansızın piyanodan, bir ezginin, çalkantılı bir sıvı kütlesi halinde, mehtabın büyülediği, bemolleştirdiği denizdeki eflatun çırpıntı gibi çokbiçimli, bölünmez, çarpışan bir düzlem olarak yükselmeye çalıştığını..’ işitip, çok daha büyük bir zevk duyar. Öyle ki, bu müzik cümleciği, ‘Swann’ı ağır bir tempoyla bir o yana, bir bu yana sürüklüyor, soylu, anlaşılmaz ve belirgin bir mutluluğa doğru yönlendiriyordu..’.
Bütün bunlar SANAT’ın yaşamımızda ne kadar önemli olduğu/olabileceği üzerine düşünmeye itti beni. Bir kaynakta sanat için şöyle bir tanım yapılmış: Bir duygu, düşünce, tasarım ya da güzelliğin ifadesinde kullanılan yöntemlerle, bu yöntemlere bağlı olarak sergilenen üstün yaratıcılık. Temel işlevi güzeli meydana getirmek, güzellik yaratmak olan öznel faaliyet.
Bence sanat bu tarifteki kadar kendi içine dönük ve soyut bir olgu değil, dahası Proust’un roman kahramanı Swann gibi, ben de artık ‘müzikal motifleri gerçek fikirler’ olarak görüyorum; ‘müzisyenlere sunulan alanın 7 notalı daracık bir gam değil, nerdeyse tamamı henüz bilinmeyen, sınırsız bir yelpaze olduğunu’ biliyorum.
Yine Proust’un dediği gibi: ‘Her biri bir başka alem olan milyonlarca sevgi, tutku, cesaret ve sükunet notasından oluşan bu sonsuz alanda’ kimi büyük sanatçıların keşfedebildiği motiflerin içimizdeki karşılığı olan duyguyu uyandırmak suretiyle, ruhumuzun derinliklerinde ne büyük bir zenginlik ve çeşitlilik gizlediğini görmemizi’ sağlayan şeydir SANAT..