3 Nisan 2017 Pazartesi

EL DUENDE

John Berger adını ilk kez Tıp Fakültesi ikinci sınıfa giderken, 1987’de duymuştum. O sıralar bizim kuşak arasında popüler bir kitabı vardı: ‘Görme Biçimleri’. Bu kitap sayesinde ilk kez bir ressam-yazarın olağanüstü görüş yeteneğiyle bizlere sunduğu pencereden bakıyorduk dünyaya. Klasik anlamda bir ‘yazar’ sayılmasa da, Berger, benim unutulmaz yazarlarım arasına çoktan girmişti. Berger’i geçtiğimiz Ocak ayında, 91 yaşında yitirdik..


Şimdilerde iki kitabını daha okuyorum, ‘Hoşbeş’ ve ‘Sanatla Direniş’. Berger bu kitaplarda, eskiden olduğu gibi sanki yazmıyor da, okuyucuyla bir diyaloğa giriyor; adeta sohbet ediyor. Hem öyle dostane, öyle candan bir sohbet ki bu, kitaba ara verdiğinizde onunla tekrar buluşup konuşmak için büyük bir istek duyuyorsunuz. Okurken yazar hakkında bir şeyi daha fark ettim: Berger kendi muhteşem, sözcüklere sığmaz derinlikteki bakış açısını yavaş yavaş size de bulaştırıyor, kitabı okuduktan sonra aynı kişi olarak kalmanız çok zor..
‘Hoşbeş’ adlı küçük denemelerden oluşan kitabının bir yerinde, Berger, bir Flamenko şarkıcısından bahsederken ‘el duende’ diye bir kavramdan söz ediyor. ‘Duende, bir performansı unutulmaz kılan bir özellik, bir titreşimdir. Şarkıcı kendi dışından gelen bir güç ya da cebir tarafından ele geçirildiğinde, içine bir şeyler yerleştiğinde meydana gelir. Duende geçmişten gelen bir hayalettir. Unutulmaz olmasının sebebi geleceğe hitap etmek için şimdiyi ziyaret etmesidir.’ diyor. Bu büyülü sözcük, ilk kez 1933 yılında İspanyol şair Garcia Lorca tarafından anlamlandırılmıştı; ‘Bütün sanatlar’ demişti Lorca, ‘duende’ye muktedirdir, fakat doğal olarak en çok müzikte, dansta ve sözlü şiirde kendine yer bulur, zira bunlar yorumlanmak için etten bir bedene ihtiyaç duyarlar, zira sürekli bir şekilde doğan ve ölen hatlarını kesin bir şimdiki zamana yayan biçemlerdir bunlar.’


Bana kalırsa bütün büyük yazarlarda, müzisyenlerde, ressamlarda, dansçılarda ‘el duende’yi deneyimleyebiliriz. Berger’in kitaplarında satırlardan taşıp size doğru akan o içten enerjisini hissetmemeniz mümkün değil. Peki Orhan Pamuk’un kitaplarındaki o mahrem, derin ve gizemli titreşimlerini deneyimlemeyen okur var mıdır?
Ferzan Özpetek, bir söyleşisinde ‘duende’nin ancak doğuştan var olabileceğini söylemiş, ona katılıyorum. Her türde sanatın iyisine, çok iyisine tanık olabiliriz, ama ancak bizi heyecanlandıran ve uzun süre hafızalarımızdan silinmeyen, hatta izledikten/okuduktan sonra bizi başka biri yapan performanslar vardır, işte onlar ‘el duende’ olarak nitelendirilebilir ancak..
John Berger’in anısına saygıyla..