6 Kasım 2013 Çarşamba

KUŞAK FARKINI ANLAMAK VE ANLATMAK

Henüz buluğ çağını yaşayan yüzü sivilceli bir genç kız iken anne ve babamla anlaşmak, onları anlamak öyle zordu ki, onların o yaşlara gelip, nasıl olup da öyle davranabildiklerini sorgulardım sürekli. Şimdi onların yaşına geldiğimde, nasıl düşündüklerini yeni yeni kavrıyorum ve hayrete düşüyorum.. Bir yerlerde duyduğuma göre buna KUŞAK FARKI deniyormuş.. Şimdi yetişen yeni nesil ile bazen neden anlaşamadığımızı da bu kuşak farkı teorisi çok güzel açıklıyor, ama henüz tam vakıf olamadığımız bir şey var: Belli dönemlerde yetişen insanların psikolojik, davranışsal ve sosyolojik anlamda aynı özellikleri gösterip, farklı ve özgün bir insan topluluğunu temsil ediyor olmaları.. Bu yeni teoride farklı yıllarda doğmuş dönemsel kuşaklardan dem vuruluyor. O zaman bu yeni kuşak teorisine şöyle bir göz atalım ne dersiniz? Sessiz Kuşak (1925-1945): 1925 ve 1945 yılları arasında iki dünya savaşı arasında yaşadılar. İlk dünya savaşını atlattılar. Hep bir korku ve çekimserlik hâkimdi. Ekonomik buhran ve ardından II. Dünya Savaşı ile karşılaştılar. Bu büyük olaylar onların hayatını yönlendirdi. İçine kapanık ve muhafazakâr oldular. Milli ve ailevi duygular söz konusu olunca gurur ve güven konusunda en tutucu kuşaktı. Ancak kişisel gelişim anlamında özgüvenden yoksun bir kuşaktılar. Teknolojiye karşı uzak ve tutucu, geleneksel yapıyı savunan bir görünümdeydiler. En büyük gelişme onlar için televizyon denilen kara kutu ile tanışmaları oldu. Bu kuşaktan olan ailemizin büyükleri cep telefonuna ve bilgisayarlara hala alışamadılar ve hala sofrada tabağımızdakileri bitirmemiz gerektiği konusunda ısrar ediyorlar:) Büyük Bebek Patlaması Kuşağı / The Baby Boomers (1945-1964): II. Dünya Savaşı sırasında ya da hemen sonrasında doğan soğuk savaş kuşağı. Eğlence ve lüks sayılabilecek harcamalar bu dönemde önem kazandı. Kişiliklerine aileleri model oldu bu yüzden hiyerarşiye saygılı bir iş hayatları oldu. Toplum olaylara oldukça duyarlılardı ve ilk defa bu kuşak İnsan Hakları savunuculuğundan bahsetti. Baby Boomer kuşağı tüm dünyayı politik olarak etkileyen 68 kuşağını oluşturan çocuklardır. Gramofon, radyo, buzdolabı ve televizyon teknolojisine doğdular. Generation X / Baby Busters (1965-1976): Özellikle 1965-1976 yılları arasında doğan ve eskisine göre daha gerçekçi, çalışkan ve kanaatkar kuşak olup, o dönemde yaşanan ekonomik krizlerden ve sosyal sancılardan etkilenen bir nesildir. Bu kuşak için eğitim önemlidir. X kuşağı teknoloji ile sonradan tanışmışlardır. Bu kuşak geçmiş ile gelecek arasında teknolojik bağlamda bir köprü kurdular. Bugün dünyanın birçok ülkesini “X kuşağı” olarak adlandırılan 40’lı yaşlardaki liderler yönetiyor. Bu nesil, dinamizmi ve yaratıcılığıyla önceki kuşaktan ayrılıyor. Bu kuşağın üyeleri, yetiştikleri farklı dünyanın değer yargılarını ve daha dinamik, cesur, bağımsız bir liderlik tarzını yansıtıyorlar. Şimdi X Jenerasyonu’nun liderleri ellerinden düşürmedikleri akıllı telefonlarıyla programlarını takip ediyor, sosyal paylaşım siteleri facebook, twitter hesaplarıyla milyonlarca insana ulaşıyor, gençlerle iletişim kurmayı başarıyor. Bu kuşağın bir üyesi olarak ben bizim kuşağın fazlasıyla statükocu olduğunu düşünüyorum izninizle:)
Y Kuşağı / Echo Boom / Millennials (1977-1996): Onlar genç, akıllı, özgürlüklerine düşkün ve teknoloji tutkunu. Otoriteye meydan okuyan, önce ailelerini sonra da patronlarını sorgulamaktan çekinmeyen ve kısa zamanlamalarda iyi iş çıkarmaya odaklı bir kuşak. İş hayatında son derece seçici, diğerlerinden hızlı çalışıp başarısını çabuk kanıtlama çabasında. Hayatlarını rahat yaşamak onlar için çok önemli. Flip-flop'lar, iPod, tatoo ve kapri pantolonlar tarzlarının bir parçası. Çalışmayı seviyorlar ama hayatlarının sadece iş olmasını istemiyorlar. Y nesli şu ana kadar yaratılmış en eğitimli, en medeni, en teknolojiye açık, bilgiyi kaynaklarından öğrenebilen, global olarak dünyayı keşfetmeye çalışan insan topluluğu. Bu kuşağın bizim ülkemizdeki temsilcilerini yakın zamanda yaşanan GEZİ OLAYLARI’nda izledik. İstanbul Taksim’de bir gezi parkındaki ağaçların sökülmemesi için ağaçların altında yatıp kalkarak günlerce nöbet tuttular ve şarkılar söyleyerek, şiirler okuyarak dertlerini anlatmaya çalıştılar. Kendilerine oradan ayrılmaları için müdahale eden polis kuvvetlerine kandil simidi ve tatlı ikram edecek kadar dostça davranışlı, enteresan ve orijinal düşünüşe sahip bir kuşaktı bu insanlar ve hepimiz hayretler içinde izledik bu yaşananları..
Z Kuşağı (1997-Şimdiki zaman): Z kuşağı bizim Milenyum gençliğini de içine alan 1996 sonrası doğan kuşak. Z kuşağının, önceki kuşaklardan en büyük farkı internetin, teknolojinin içine doğmuş olmaları. Haberleşmek için e-posta’yı değil, sosyal medyayı tercih ediyorlar. Z kuşağı Y’lerden farklı olarak yeryüzüne gelmiş en bağlantılı (Connected) kuşak. Ben Z kuşağının geleceğimizi şekillendireceğine, en büyük teknolojik buluş ve devrimleri de onların yapacağına inanıyorum..

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Sevgili eşim, Yaklaşık 8 yıl önceydi, bir ilkbahar günü tanışmıştık seninle.. İzmir’in meşhuur Reyhan Pastanesi’nde en sevdiğim olan Sundee ısmarlamıştık tatlı tatlı sohbet ederken.. Ben bir ara lavaboya gidip döndüğümde masaya muhteşem Sundee kuleleri gelmiş, ama sen ben gelmeden başlamayacak kadar ince ve nazik olduğun için seninki hafiften erimeye başlamış ve bu özenin benim çok hoşuma gitmişti.. Daha o zaman anlamıştım karşındakine duyduğun saygının, kişiliğinin en belirgin yanı olduğunu ve yaşamının bunun üzerine kurulu olduğunu.. İNANAMIYORUM: Evlendikten sonraki yıllarda, ilk evlenme teklif ettiğin günü, nişanlandığımız günü ve evlendiğimiz gün olmak üzere yılda üç kez kutlama yaptığımıza.. UNUTAMIYORUM: Ameliyat olduktan 4 gün sonra hastaneden çıktığım günün sabahında bana hazırladığın o güzel kahvaltıyı ve 4 günlük zır açlıktan sonra kızarttığın ekmeğin kokusunu taa en arkadaki yattığım odan duymamı ve yaşadığım sevinci.. GICIK OLUYORUM: Ben diyet yapar ve açlıktan mide duvarlarım yapışık bir şekilde dolaşırken akşam eve elinde en sevdiğim meze ve yiyeceklerle gelip ‘Canım bugün de teneffüs yap biraz!’ diye beni sabote etmene..Saatlerce bana trans müzik ile ilgili en ayrıntılı bilgileri anlatmana.. SEVİYORUM: Herkes bu yaşamda kendi bencil istekleri için yaşarken, mutlak bir şekilde benim mutlu olmam için her şeyi düşündüğünü ve bunun için çabaladığını hissettiğim anları.. Ne söylersem söyleyeyim, ne yaparsam yapayım, bana hiçbir zaman sesini yükseltmemeni, ne kadar kızarsan kız, bana sonradan pişman olacağın hiçbir şeyi söylememeni.. Evin temizliği ve düzeni konusunda en az benim kadar titizlenmeni.. Birlikte saatlerce film seyretmemizi.. Seninle olduğum için mutluyum ve seni çook seviyorum, SEVGİLİ RUH EŞİM.. İmza: Karın

20 Mart 2013 Çarşamba

JEAN JACK ROUSSEAU VE DİĞER HERŞEY..

J.J. Rousseau’nun İş Bankası yayınlarından çıkan yaşam öyküsünü okumayı henüz tamamladım. Biten her kitapta olduğu gibi gene hayıflandım, bitmeseydi keşke diye söylendim durdum.. Sevdiğim bir kitabi okurkenki lezzeti ve aldığım zevki çok az şeye değişebilirim.. Rousseau’yu okumaya Prof. Dr. Celal Şengör’ün Cumhuriyet Bilim ve Teknik ekindeki haftalık yazılarında eleştirmeye başlaması ve bir türlü duramamasıyla (!) karar verdim. Öylesine büyük bir öfkeyle ve hışımla yazıyordu ki, sanırsınız Rousseau onun çağdaşı ve aralarında geri dönüşsüz kötücül olaylar geçmiş; Şengör’ün bu ihtiraslı öfkesine hala bir anlam verebilmiş değilim. Hatta bir keresinde hoca o denli ileri gitti ki, Rousseau gibi bir aydınlanma düşünürünü yaşasaydı yerin dibine sokacak sözler sarfetti bir yazısında.. Oysa bu büyük düşünür, Mustafa Kemal’in daha Atatürk olmadığı genç yetişkinlik yıllarında okuduğu ve düşüncelerine yön veren, belki Türkiye Cumhuriyeti devrimlerinin temelini oluşturan düşüncelerin kaynağı olan Jean Jack Rousseau’ydu.. Sadece bu yönüyle bile okunmaya ve üzerinde düşünülmeye değerdi. Sağolsun Şengör’ün hışmını görünce, artık O’nu muhakkak okumalıyım diye karar verdim. El yordamıyla ve tamamıyle rastlantısal gezindiğim felsefe dünyasında, bugüne dek yaşamının bu denli büyük çelişkilerle dolu olmasını hayretle öğrendiğim tek düşünür Rousseau oldu. Eğitimden yoksun, aylaklık, tembellik, erdemsizlik ve aşırma olaylarıyla örülü ilk gençlik yıllarının nasıl olup da yaşamının ikinci yarısını aydınlanmaya taşıyabildiğini önceleri dimağım kabul etmemekte direndi. Fakat yaşamını ve eserlerini gerçekten hayran olunası bir objektivite ve açıksözlülükle yorumlayan yazar Leo Damrosh kitabın en vurucu bölümünde, yani son yorumlarda darbeyi indirdi: Rousseau kadar özgürlükçü bir düşünür daha olmamıştı! Çünkü ancak ‘çok özgür’ bir insan yaşamını bu denli açıksözlülük ve pervasızlıkla, tüm ‘çıplaklığıyla’ anlatabilirdi. Üstelik kendi neslinin ve gelecek nesillerin ne diyeceğine zerre kadar aldırmadan.. Rousseau ‘Düşler’ adlı yapıtında bunu şöyle dile getirir: ‘Ben daima insanın özgürlüğünün, istediği şeyi yapmakta değil, istemediği şeyi yapmakta yattığına inanmışımdır.’ Ne müthiş, ne akıllıca bir söz! Ünlü İngiliz yazar George Orwell bir keresinde, ‘Bir otobiyografiye ancak, yüz kızartıcı bir gerçeği açığa çıkarıyorsa güvenilebilir. Kendine dair yalnızca iyi beyanlarda bulunan bir kişi muhtemelen yalan söylüyordur, çünkü içeriden bakıldığında her hayat bir yenilgiler silsilesidir,’ demişti. Bu noktada, tıpkı yazar Leo Damlish gibi, JJ Rousseau ile Benjamin Franklin’i karşılaştırmakta hiç mahzur görmeyeceğim: Amerikalı yayımcı, yazar, mucit, felsefeci, bilim adamı, siyasetçi ve diplomat olan Benjamin Franklin, Autobiography adlı kitabında (1770), hatırlanmak istediği şekilde; hayatındaki her türlü zorluğu lehine çeviren, dengeli ve erdemli bir kişi olarak yer almakta, hatalarından ders alabildiğini ve onları düzeltebildiğini, toplum hayatına bu şekilde ‘eksiksiz’ bir şekilde uyum sağlayabildiğini yazmıştır. Oysa Rousseau, eserlerinde (Eşitsizlik Üstüne Söylev, Toplum Sözleşmesi ve Emile), asla varolmayan bir doğa durumunu, asla var olamayacak bir politik düzeni ve asla var olmaması gereken bir eğitim sistemini betimlemiş ve savlarını kışkırtıcı bir biçimde dile getirmişti. ‘İtiraflar’ adlı otobiyografisinde, toplum hayatının gerekli kıldığı davranışlardan sıyrılarak gerçek benliğini yeniden keşfetmek istiyordu, hataların bir kalıp meydan getirdiğini ve benliğin derin yönlerini açığa çıkardığını gösterdi. Rousseau gerçek bir insandı; acı çekmişti; yaşamıştı..