‘Solum certum nihil esse certi, et homine nihil miserius aut superbius.’
Plinius.
(Kesin bir şey varsa, o da hiçbir şeyin kesin olmadığıdır; insandan daha acınası, daha kendini beğenmiş bir şey yoktur.)
Michael de Montaigne, Denemeler’ini yazmaya başladığı büyük kütüphanesinin kirişlerine elli adet özdeyiş yazdırmıştı, bunlardan biri olan yukarıdaki sözler, onun tüm evrene bakışını özetliyor.
Montaigne hakkında yazmaya başladığımda ilk aklıma gelen şey, onun hakkında yazacağım ne varsa, zaten Denemeler’inde kendisinin de anlattığı şeyler olacağıydı. Şimdi bu yazıda, Montaigne'den yapacağım her seçme, ister istemez keyfime göre ve eksik olacak. Burada okuyacaklarınızın tümü, Denemeler'in ötesinden berisinden koparılmış düşüncelerdir. Montaigne'in bahçesinden her geçişte, her insan çok değişik demetler
yapabilir..
Montaigne gibi büyük bir düşünürü anlayabilmek için, öncelikle nasıl yaşadığını bilmek gerek sanırım. Biraz bahsedeyim: Michael de Montaigne, asil bir ailenin ilk çocuğu olarak, 1533 yılında doğdu. 2 yaşından itibaren, Fransızca bilmeyen Horstanus adında bir Alman tarafından sürekli Latince konuşularak eğitilmeye başlandı. Bunun bir sonucu olarak, diğer çocukların şövalyelik masalları okudukları yaşta, Montaigne eğlenmek için Ovid’in Metamorfozlar’ını okuyordu. 6 yaşında Fransa’nın en iyi kolejlerinden birine girdi ve burada ‘hocaların hocası’ lakabıyla tam 7 yıl eğitim gördü. Bu lakabın temelinde, küçük Michael’in kusursuz Latince’sinin öğretmenlerinden bile daha iyi olması yatıyordu. Montaigne, küçük yaşlardan başlayarak, Ovid, Tacitus, Sezar, Diogenes Laertius, Sokrates, Plutarchos, Seneca, Lucretius, Platon gibi filozofların eserlerini okudu ve onlardan çok etkilendi. Ana dili gibi konuşup yazabildiği Latince, bu büyük filozofları kendi dillerinde okuma ve anlama fırsatını ona sunmuştu. Bu eserleri çocuk denecek yaşta okuyup hatmetmesi asla bir tesadüf değildi. Küçük bir derebeyi olan Montaigne’in babası, bir ebeveynde az görülecek bir kararlılıkla, Micheal’in tüm eğitimini ve sosyal yaşamını büyük bir dikkat ve disiplinle planlamış ve ortaya, ondan sonra gelen düşün adamlarını ve kuşakları etkileyecek denemeler’i yazan dahi filozof ortaya çıkmıştır. Montaigne, henüz 13 yaşında iken, Bordeux’da felsefe okumaya başladı. Bordeux’da isyan çıkınca 2 yıl sonra hukuk fakültesine yazıldı. 1558’de can dostu La Boetie ile tanıştı. 1559’da, 36 yaşında iken en çok seveceği, Denemeler’inde sıklıkla konusunu edeceği Plutarchos’un ‘Hayatlar’ isimli kitabını okumaya başladı. 1563’te çok sevdiği dostu La Boetie öldü, Montaigne derin bir yasa düştü. 1565’te Françoise la Chassagne’la evlendi. 1568’te babası ölünce, Micheal, Montaigne çiftliğinin sahibi oldu. 1570 yılında sulh hakimliği görevini satarak –böyle görevlerin satılması o dönemde normaldi- emekliye ayrıldı ve malikanesine çekilerek yuvarlak bir kulenin üçüncü katında bulunan kütüphanesine kapandı. 1572’de ‘Denemeler’ini yazmaya başladı. 1580’de ‘denemeler’ iki cilt halinde ilk defa basıldı. Paris’e gidip krala kitabını sundu. Kral kitabı çok beğendi. Evine döndükten sonra Montaigne, Bordeux belediye başkanı oldu ve ‘denemeler’i birçok eklemelerle yeniden bastırdı. 1591’de Montaigne’in bir kızı oldu. 1592’de, 59 yaşındayken öldü.
Montaigne sonradan çok sevdiği ve ‘Büyük İskender’den bile daha önemli saydığı’ Sokrates gibi bir humanistti, ve humanistler doğanın bilgisini değil, insanın kendi bilgisini önemli buluyorlardı. Yunan filozof Protagoras’ın şu özdeyişinden alıntı yapmaktan hoşlanıyorlardı: ‘Tüm şeylerin, olan şeylerin, olduğu gibi olan şeylerin, olmayan şeylerin, olduğu gibi olmayan şeylerin ölçüsü insandır’.
İnsanın içinde bulunduğu dünyayı tanımasının tek yolunun, önce kendini tanıması olduğunu söylemiş, ilk olarak kendini adamakıllı tanımaya çalışarak ve bu serüveni bizlerle paylaşarak mesajını bizlere ulaştırabilmiş Montaigne. İnsanın yalnızca kendiyle yetinmesi gerektiğini bakın ne hoş dile getirmiş: ‘Kendi varlığından dürüstçe yararlanmayı bilmek, tanrısallık gibi salt bir yetkinliktir. Biz kendi koşullarımızı bilmediğimiz için, başka koşullar arıyoruz. Kendi içimizde ne olduğunu bilmediğimiz için, dışarı çıkıyoruz. Cambaz ayaklarıyla da yürüyebilir, ama o zaman bile kendi bacaklarımız üzerinde yürümemiz gerekiyor. Dünyanın en yüksek tahtı üzerinde de olsak, yine kendi kıçımızın üzerinde oturuyoruz. Benim zevkime göre dünyanın en güzel yaşamı, mucizeden ve aşırılıktan uzak, ortak insan ölçülerine uyan yaşamdır.’
Denemeler’inin başında okuyucusuna, ‘ Kitabımın konusu benim; beni sade, doğal ve sıradan bir insan halimle görün diye yazdım, ancak boş zamanlarını bu kadar havaice ve boş şeyler için harcaman akıllıca olmaz. Öyleyse, hoşça kal.’ diyen başka bir yazar daha var mıdır bu dünyada?
Montaigne felsefe yapmak için değil, yaşamak için düşünür diyenler, hem haklıdır, hem de haksızdır. O aklı ve bilgeliği her zaman üstün tutmuş ve övmüş, ancak yalınlığa da aynı ölçüde değer vermiştir. Bu konuda söylediği şu sözler dikkat çekicidir: ‘Eğer benim Denemeler’im yargılamaya değer olsaydı, sıradan ve bayağı kafaların pek hoşuna gitmezdi; benzer şekilde, bireysel ve üstün kafaların da hoşuna gitmezdi. Çünkü birinciler pek anlayamayacağı gibi, ikinciler de fazla anlam verirdi. Bu Denemeler iki uç arasında yaşayıp gidebilirler.’
Montaigne, çok doğal olarak bir okuma tutkunuydu. Klasikleri ve kendi döneminin kültürünü çok iyi tanıyordu. Onun Denemeler’i için, Yunan ve Latin klasiklerinin yeniden gözden geçirilmesidir diyebiliriz. Biz Denemeler’i okurken, gerçekte klasikler dünyasında geziniriz.
Montaigne, bir konu hakkında yazarken, düşünceden düşünceye, bir filozoftan diğerine atlar, ancak bunu öyle ustalıkla ve hoş bir üslupla yapar ki, yüzyıllar arasında gidip gelen bir zaman makinesinde olmak, herhalde ancak bu yazıları okumak kadar zevkli olabilir. Kitabın bir yerinde savunduğunu, diğer bölümde şüpheyle didikler. Bütün olarak bakıldığında, Montaigne aslında çoğu kez anlaşılmazdır; neye karşı olduğunu görmek kolay, ama neden yana olduğunu anlamak zordur.
Alçakgönüllü olmak pek de O’na göre değildir. Denemeler’inde şöyle der: ‘İnsanın kendi değerini olduğundan daha az göstermesi, alçakgönüllülük değil, aptallıktır. Aristoteles’e göre insanın kendine değerinden daha az paha biçmesi, zayıflık ve korkaklıktır.’
Ancak yukardakine karşıt fikirler de sunar: ‘Dünyadaki tüm aptallıklar arasında, en yaygın biçimde kabul edilen ve en evrensel olan aptallık, şan ve şöhret kaygısıdır’.
Montaigne, fikirlerle dans eder, ve bu fikirlerin arasında ustaca paradokslar yaratarak okurun dimağının da kendisininki gibi çalışıp üretmesine fırsat verir. Örneğin, Montaigne’in kitabının Yunanca ve Latince alıntılarla tıka basa dolu olması, ama yine de, genellemelerin imkansız olduğunu ve hatta ‘dünyada tıpatıp iki saç teli ya da iki tahıl tanesinin olmaması gibi, hiçbir zaman tıpatıp aynı fikrin de bulunmadığını’ savunması gibi.
Montaigne, aklın birbirinden ayrı gerçeklere bir gerekçe bulabileceğini, aklın iki kulplu bir kap olduğunu ve iki yanından da tutulabileceğini söyler. Bunu şu eski hikaye ile örnekler: ‘Diogenes lahana yıkıyordu, Aristippus’un yoldan geçtiğini görünce, ona seslendi: ‘Lahana ile beslenmesini bilseydin, bir tirana yaltaklanmazdın.’ Bunun üzerine Aristippus yanıt verdi: ‘ Eğer insanlar arasında yaşamasını bilseydin, burada lahana yıkamayacaktın.’’
Büyük filozof, insanoğlunu oldukça kendini beğenmiş ve kırılgan bulur. İnsanın kendine tanrısal koşulları layık görmesi ve diğer yaratıkları kendi kitlesinden ayırıp başka bir sınıfa koyması, kendini onlardan (örneğin, hayvanlardan) üstün tutması ona gülünç gelir. Bu duygusunu şu sözlerle dile getirir: ‘Ben kedimle oynadığım zaman, benim onunla zaman geçirmemden çok onun benimle eğlenmediğini nasıl bileyim?’
İnsanlararası eşitsizliği de küçümser ve şöyle der: ‘İmparatorlarla ayakkabıcıların ruhu aynı hamurdan yapılmıştır.’
Montaigne’in tüm derdi anlamaktır, yoksa bizlere bir şeyler anlatmak değil. Filozofumuz, bireysel olarak doğru dürüst bir insan olmaya çalışır, yoksa dünyayı kurtarmaya kalkışmaz.
‘Eğer diğer insanlar da, benim yaptığım gibi kendilerine bakacak olurlarsa, onlar da kendilerinde yalnız boşluk ve aptallık bulacaklardır. Ben kendimden kurtulmadan bunlardan kurtulamam.’
Başka insanlar konusunda ahkam kesmemeğe çalışır, olayları ve insanları objektif bir gözle değerlendirmeye gayret eder. Zaten başka insanları değerlendirmek pek de herkesin harcı değildir O’na göre: ‘Platon, başka birinin ruhunu incelemek isteyen bir insanda üç yön arıyor: Bilgi, iyilik ruhu ve yüreklilik.’
Montaigne aynı zamanda, neredeyse saplantı derecesinde değişimin de farkındadır. Çocukluğunda okuduğu Ovid’in Metamorfozlar kitabını örnek alırcasına, değişim, Denemeler’in esas teması olmuştur. Bir yerinde şöyle der: ‘Hikayemi saati saatine yazmam gerekiyor. Az sonra değişebilirim. Yalnız halim değil, amacım da
değişebilir. Benim yaptığım, değişen ve birbirine benzemeyen olaylar,
kararsız ve bazen çelişmeli düşünceleri yazıya dökmektir. Acaba
benliğim mi değişiyor, yoksa aynı konulan ayrı koşullara ve ayrı
bakımlara göre mi ele alıyorum? Her ne hal ise, kendi kendimden
ayrıldığım oluyor. Fakat Demades'in dediği gibi, doğrudan hiç
ayrılmıyorum. Ruhum bir yerde durabilseydi, kendimi denemekle
kalmaz, bir karara varırdım: Ruhum sürekli bir arayış ve oluş içinde.’
Montaigne, tüm yaşamı boyunca acısını çektiği böbrek taşları dışında pek de önemli bir hastalığa tutulmadığı halde doktorlardan ve tıptan hiç hoşlanmaz! Bu düşüncesini şu alıntıyı yaparak sağlamlaştırır: ‘Bir Ispartalıya soruyorlar: Bu kadar uzun ömürlü olmanı neye borçlusun?’ – ‘Doktorlardan uzak kalmaya yanıtını veriyor’.
Montaigne’in bir dostu olan Pasquier onun hakkında şu kanıya varmıştı: Montaigne, kendisini zekası tarafından sürüklenmeye bırakarak okurla ve muhtemelen kendisiyle de alay eden cesur bir insandı.
Son olarak, Voltaire’in onun hakkında yazdığı dizelerle bitirmek istiyorum:
‘Montaigne, o hoş sohbet insan
Bazen derin, bazen sudan
Şüphe etmesini bilmiş
Burnu bile kanamadan
Kelli felli softalarla
Alay etmiş sakınmadan.’
Kaynaklar:
1 Montaigne- Düşüncenin Ustaları. Peter Burke.
2 Denemeler (Cilt 1, 2, 3, 4). Michael de Montaigne.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder