Henüz daha çiçeği burnunda bir asistandım, Anatomi bölümünü yeni kazanmıştım o yıl. Anestezi ihtisasına başladığım Sivas ilinden İzmir'e gelişimin 4 ayıydı.
Sivas'ta oldukça zor geçen 10 aydan sonra İzmir'e geri dönmek, yerde yatar vaziyetten kuştüyü yatağa atlamak gibiydi bir bakıma..
Anestezi eğitimi dayanması oldukça zor olan günaşırı nöbetlerden oluşmaktaydı. Üstelik uykusuz geçen her nöbetten sonra ertesi gün saat 17:00'ye dek ameliyathanede görevinizi yapmak zorundaydınız..
İlk aylar bunun insanca birşey olmadığını vücudumun sızlayan her yerinde ve her hücresinde duyumsamaktayken, bir süre sonra herşey normal hale dönüşmüştü, olanları doğal karşılıyordum artık. Gece sızlayan ayaklarımın acısını hissetmez, koşullardan yakınmaz olmuştum. Üstelik başlangıçta bana çok ağır gelen 'Asistan insan değildir' sözü ve bu sözün teminatı olan davranışlar eğitim sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak görünmeye başlamıştı gözüme. Eskiden bir gezi sırasında uğradığımız Mevlevihane'lerde buna benzer uygulamaların yapıldığını dinlemiştim, önce kapı önünde bekleme, sözlerle yıldırmaya çalışmalar, sonra dergahtaki en ağır işleri yapma, giderek kıdem kazandıkça bazı hakları elde etme vs..
Sanki bir dergahtı burası, insan dayanma gücünün test edildiği:)
Ben işte bu kıvama gelmişken, TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı)'u kazanıp İzmir'e gelmiştim ve Anatomi gibi çoğunlukla beyin gücüne dayanan bir işte performans göstermem gerekiyordu. İlk günler aynen Sivas'ta olduğu gibi durumu yadırgadım. Odada oturabilmek, sadece birşeyler okumak, yazmak ya da anlatım yapmak dışında benden iş beklenmemesi bayağı tuhaf gelmeye başlamıştı. Oturmak için mi gelmiştim buraya?
****
Ben işte bu ikilemleri yaşarken Sivas'ta sempozyuma gideceğimizi öğrendim. Nöbetlerden ve çalışmaktan hiç gezemediğim Sivas'ı tanıma fırsatıydı bir anlamda bu.
Verimli geçen bilimsel toplantılarla dopdolu bir sempozyumdan sonra, oraya gidişimizin son gününde hiç görmediğim Çifte Minareli Medrese'ye de uğradık. Gümüş takılar, yöreye ait tahtadan oyma hediyelik eşyalar, nargileler, halılar vs göz kamaştırıcıydı. Tutkunu olduğum gümüş takılardan bol miktarda aldıktan sonra çok güzel motifli halılar ve kilimler satılan bir dükkana girdim. Hayranlıkla hepsini inceleyip tek tek dokunduktan sonra, bir halının üzerine takılmış olan tahtadan Mevlana Özdeyişleri'ni gördüm. Mevlana'yı uzun süreli eğitim hayatımdan biliyordum ama onun sözleriyle ilk karşılaşmamdı bu..
Cömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi ol
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol
Hoşgörürlülükte deniz gibi ol
Ya olduğun gibi görün
Ya göründüğün gibi ol
Hz.Mevlana
Mevlana'nın Yedi Öğüdü, hayatta yapmaya çabaladığım şeylerin bir özeti gibiydi..
Hemen oracıkta iç hesaplaşmamı yapıverdim: Bir kısmını başarmaya çok yakındım, ama birkaç maddesi hakkında hiç konuşmasam daha iyi olacaktı :)
****
Yedi öğüdü alıp dükkan sahibine döndüm, 'Bunu almak istiyorum, ne kadar?'
O kadar ipek ve el dokuması muhteşem halının ve kilimin içinden bula bula bu küçük tahta duvar tablosunu almama pek şaşırmış görünen esmer ve güleç yüzlü dükkan sahibi, gülümsemesini benden saklamayarak, 'Onun fiyatı yok, size hediyem olsun.' deyiverdi.
Israr ettim ama, Yedi Öğüdü satmak için oraya asmadığını söyleyerek almam için ısrar etti. Bu kadar güzel eşyanın içinden onu seçerek almış olmama memnun olmuş gibiydi..
Bugüne dek aldığım herşeyin parasını muhakkak vermem gerektiği fikrine tutkuyla bağlı olan ben, pek tabii ki bu engin gönüllü halıcının tezgahına birkaç lira bıraktım. Dükkandan pek alışkın olmadığım bir çeşit esriklik duygusuyla çıktığımda, Mevlana'nın Yedi Öğüdü'nü tümüyle tutabilmek için bu yaşamda acaba daha ne kadar yol katetmem ve hangi engellerden geçmem gerektiğini düşündüm..
Sivas'tan ayrılırken artık herşey daha güzel ve daha anlamlı görünüyordu bana..
Keşke herkes uygulayabilse.Birini yapsak biri eksik kalıyor bazen.Çok güzel gerçekten.
YanıtlaSilay burada hep tanıdıklar var, pie kurabiyecim de buradaymış...
YanıtlaSilFundacım benim ilkem de , hangi ortamda olursan ol kendin kal... Mevlana bir umman, tanıdıkça, okudukça kayboluyorsun o denizde...
Bugüne dek hep bunu yapmaya çalıştım Lale Abla, o nedenle başım hep dik kaldı çok şükür..
YanıtlaSilMevlana'yı okudukça onun evreninin boyutlarını daha iyi anlıyor insan, uçsuz bucaksız bir umman O, senin de söylediğin gibi.
Teşekkürler Pie Kurabiye,aynı duyguları psaylaştığımıza sevindim:)