*Alain De Botton’un aynı isimli
kitabından alıntı..(Orijinal adı Architecture of Happiness)
Yaşadığımız kentin, oturduğumuz evin
bulunduğu sokağin, hergün geçtiğimiz yollarda gördüğümüz bina ve dükkanların,
evimizin iç mimarisinin üzerimizde yarattığı etkiyi hiç düşündünüz mü?
Günümüz modern filozoflarından biri olan
Alain De Botton, çevremizdeki mimarinin mutluluğumuzun tamamında değil belki
ama, bir bölümünde mutlak etkisi olduğunu ileri sürüyor. Mutluluğun Mimarisi
adlı kitabında şöyle diyor:
‘Çirkin bir oda hayatımızda bir eksiklik olduğuna dair hafif kuşkunun
birdenbire kuvvetlenmesine yol açarken, zemini bal rengi taşlarla kaplı,
aydınlık bir oda içimizdeki ufacık bir umut tohumunun yeşermesini sağlıyor.’
Bu sava tüm kalbimle ve beynimle katılıyorum;
her gün sabah uyandığımızda pencereden gördüğümüz manzara, günün geri kalanını
nasıl geçireceğimize dair belirgin ama çoğu kez farketmediğimiz bir etki
bırakıyor. Hatta bir yere
giderken geçtiğimiz yoldaki güzel yapılar, gidilen yerde mutlu olacağımız
hissinin uyanmasına neden oluyor.
Peki dış çevrenin görüntüleri ve mimari bizi
ne zaman belirgin şekilde, gerçekten etkiler? De Botton’a göre, ‘Ruhumuzda asla
silinemeyecek bir yara izi taşıyorsak, örneğin yanlış insanla evlenmişsek, orta
yaşa gelip de yanlış meslek seçtiğimizi farketmişsek ya da çok sevdiğimiz
birini kaybetmişsek, ancak o zaman mimarinin bizi fark edilir biçimde
etkilemesi mümkündür. Ancak acıyla tanışınca gözümüzde değer kazanır güzel
şeyler. Belki biraz garip ama acıyla tanışıklık, mimariyi takdir edebilme
yetisinin ön koşuludur. Bunların güzelliğinden etkilenebilmek için her şeyden
önce biraz acı çekmiş olmamız gerekir.’
De Botton’a göre mimarinin önemli olduğu
düşüncesi şu temele dayanıyor: Bizler farklı yerlerde yaşayan, iyi ya da kötü,
birbirinden tamamen farklı insanlarız; mimarinin görevi de bizlere ideal
yaşantımızın nasıl olabileceğine ilişkin bir fikir vermek. Bunu daha çok yer değişikliği yaptığımızda,
örneğin başka bir kente geziye gittiğimizde veyahut deniz kenarına tatil
yapmaya gittiğimizde hissedebiliriz. Manzaranın’ bize ne kadar iyi geldiğine
dair yaptığımız yorumlar bir nev’i bunun kanıtıdır.
Yaşam
sadece denge ve mutluluktan da ibaret değil. Kendimizi gerçekleştirmek en
önemli psikolojik ihtiyaçlarımızdan. Bu nedenle ideallerimizi, sahip
olmadığımız ancak sahip olmak istediğimiz nitelikleri barındıran mimari
yapılara hayran kalıyoruz. Onların içinde kendimizi yücelmiş hissediyoruz.
Davranışlarımızı o ideallere yaklaşmak adına yeniden disipline ediyoruz.
Son sözü
gene De Botton’a bırakıyorum:
‘Mimari sayesinde mutluluğun şatafatsız,
kendi halinde, narin nesnelerin güzelliğinde saklı olduğunu anlarız. Mutluluğun
ne olduğunu en kusursuz biçimde, en ustaca anlatabilen binalar inşa etmeliyiz.
Hiç değilse bu kadarını borçluyuz üzerine binalar dikerek yok ettiğimiz
kırlara, ağaçlara, solucanlara.’