13 Ocak 2015 Salı

INTERSTELLAR-YILDIZLARARASI


Yıldızlararası, Christopher Nolan tarafından yönetilen bilim kurgu türündeki 2014 yapımı film. Başrollerinde Matthew McConaughey, Anne Hathaway, Jessica Chastain ve Michael Caine yer alıyor.

Filmin geçtiği yakın gelecekte yeryüzünde yaşam, artan kuraklık ve iklim değişiklikleri nedeniyle tehlikeye girmiştir. İnsan ırkı yok olma tehlikesiyle yüzyüzedir. Derken yeni keşfedilmiş bir solucan deliği, tüm insanlık için umut olur. Buradan geçip boyut değiştirerek daha önce hiçbir insanoğlunun erişemediği yerlere ulaşmak ve insanoğlunun yeni yaşam alanlarını araştırmak ise bir grup astronot-kaşife kalır. Bu kaşifler, geçen 1 saatin dünyadaki 7 yıla bedel olduğu ortamda hem hızlı ve cesur olmak zorunda kalacaklardır.

Filmde müzik ve sesler müthiş kullanılmış. Görsel efektler yeterli düzeyde. Matthew McConaughey ve Anna Hathaway gerçekten iyi performans sergilemişler. Sürükleyici, heyecan verici ve merak uyandırıcı bir hikaye olmuş. Filmin bilimsel alt yapısının sağlam olması çok büyük bir artı. Karadelikler, solucan delikleri, boyutlar, zaman göreliliği gibi hepimizin ilgisini az-çok çeken, benim de yıllardır üzerine yazılmış tüm bilimsel yayın ve kitapları okumaya çalıştığım şahane konular.

Interstellar benim açımdan 2014 yılının tartışmasız şekilde en iyi filmi. Hatta belki de son yıllarda izleyip izleyebileceğiniz en iyi bilim kurgu yapımı. Interstellar, 169 dakika boyunca yeri geldi nefesimi kesti, yeri geldi gözlerimi doldurdu. Ortada müthiş bir hikaye var ve bunun için Jonathan Nolan’ın önünde saygıyla eğilmek gerek. Nolan kardeşlerin 2000′li yıllara damgasını vuracak bir yapıma imza attığı ortada. Interstellar, hayatınıza ortalama on yılda gelebilecek bir fırsat, sakın kaçırmayın..

Filmde geçen güzel bir şiir:

Sakın gitme o güzel geceye nezaketle,

İhtiyarlık yanmalı ve coşmalı gün bittiğinde;

Öfkelen, öfkelen ışığın ölümünün karşısında,

Akıllı adamlar, bilmelerine rağmen karanlığa gömüleceklerini sonunda,

Sözleri şimşek çaktırmamış olduğu içindir ki onlar

Gitmezler o güzel geceye nezaketle.

Iyi insanlar, son defa ellerini sallarlar, öylesine coşkulu bağırarak.

Faydasız işleri, yeşil bir koyda dans ediyor olabilir ama onlar da,

Öfkelenirler, öfkelenirler ışığın ölümünün karşısında.

Güneşi uçarken yakalamış olan vahşi insanlar,

Ve öğrenen, çok geç, yas tuttuklarını onun yolunda,

Gitmezler o güzel geceye nezaketle.

Kör gözlerin gök taşı gibi alevlenip ve şenlenmesini

Kör eden bir görme gücüyle gören ağır hasta adamlar da

Öfkelenirler, öfkelenirler ışığın ölümünün karşısında.

Ve sen, benim babam, hüzünlü tepede, orada

Yalvarırım, lanetle ve kutsa beni şimdi acımasız göz yaşlarınla.

Ama gitme o güzel geceye nezaketle.

Öfkelen, öfkelen ışığın ölümünün karşısında.

Dylan Thomas


Filmde geçen güzel bir söz:

‘Eğer insanlara duyduğumuz sevginin çıkarlarla bağlantısı varsa, niçin öldüklerinde onları sevmeye devam ediyoruz?’


7 Ocak 2015 Çarşamba

MEVCUT MUSUNUZ YOKSA CAN MI?

Geçen hafta Dokuz Eylül Üniversitesi Konferans Salonu’nda düzenlenen Prof. Dr. Zuhal Bahar’ın emeklilik törenine katıldım. Kelimenin tam anlamıyla görkemli, etkileyici ve duygu yoğunluğu yüksek bir tören oldu. Zuhal Hoca’nın özgeçmişi ve mesleğine katkıları perdeye yansıtılan görüntülerle anlatıldı. Ve bir kez daha anladım ki, insan yaşarken pek de bir şeylerin farkına varmadan geçiyor zaman; ancak geçmişe dönüp bakılınca netleşiyor her şey ve yaptıklarımızın toplamının ne sonuçlar doğurduğu, topluma/insanlığa katkıları bir bir ortaya çıkıyor. Bu bağlamda Zuhal Hoca’nın emeklerine ve kişiliğine hayran kaldığımı itiraf etmeliyim. Etrafına saçtığı bilim ışığı ve yüksek disiplinin getirdiği saygın ortam, üstüne sevgi eklenince olağanüstü bir başarı ortaya çıkmış..
Yaklaşık 23 yıllık meslek hayatımda öğrendiğim bir şey var: Kendinize doğal yollardan veya zor kullanarak ‘saygı’ duydurabilirsiniz, bu pekala mümkün, ancak saygı ve sevgiyi bir arada alabiliyorsanız insanlardan, işte bu alkışlanacak bir durumdur. Zuhal Hoca bunu yapmış; onu geç tanıdığıma bir kez daha üzüldüm.. Törende felsefe profesörü Ahmet İnam olağanüstü bir konuşma yaptı, yazılarını okurken aldığım keyif, onu dinlerken ikiye katlandı. Ahmet Hoca yaklaşık yarım saat süren etkileyici konuşmasında ‘CAN’ olmaktan sözetti. İnam’a göre hepimiz, ‘cân’ taşıyan varlıklarız. Can; beden, duygu, düşünce ve kültürden oluşur. Can olabilmek için kendimiz olabilmeye, etrafımızdakilere bu ‘can’ enerjisini aktarabilmeye ihtiyacımız vardır. Aksi takdirde ‘can’ değil, sadece ‘mevcut’ oluruz. Biyolojik olarak mevcut olmakla, günü birlik yaşam içinde koşuşturmakla gelen yaşamı yaşayamayız. Ahmet Hoca’ya göre ‘can’ımızı çıkarıp bize diploma veriyorlar. Ve buna ‘eğitim’ diyorlar. Ve sonunda da çoğumuz can olmayı unutuyor, mevcut olmakla yetiniyoruz.
Prof. İnam’ın konuşmasında beni etkileyen bir tümcesi de şuydu: ‘’Bu dünyada ‘can’ların bir araya gelmesi ve gözlerini iyiye, güzele ve doğruya doğru çevirmeleri gerekliliği var: Yani ‘Gözlerin Senfonisi’ne ihtiyaç var.’’ Ne güzel bir birlik, beraberlik çağrısı bu.. Ahmet İnam’ın konuşması yüreklerimizde ve dimağımızda derin izler bıraktı. Hepimiz dönüp kendimize baktık ve acaba ‘Can’ mı, yoksa sadece ‘Mevcut’ mu olduğumuzu sorguladık.. Peki ya siz? ‘CAN’mısınız, yoksa sadece ‘mevcut’ mu?