11 Ocak 2010 Pazartesi

SECRET, HİPNOZCU, TANRILAR OKULU VE DİĞERLERİ ….


Muhteşem ‘Martı’ kitabının yazarı Richard Bach’ın yeni kitabı ‘Hipnozcu’yu geçenlerde bir kitapçıda gördüm ve hemen alıp merakla okudum. Martı adlı kitabında hayran olduğumuz Bach, özgürlük, direnç ve umut kavramlarını bir martının kanatlarına bindirirken, umutsuzluk ve boşluk içinde günlerini geçiren insanların serüvenlerini ustaca ortaya koyuvermişti. Hayata dair umutları ve planları olan insanlar için mükemmel bir kitaptı Martı. Hiç düşmemeyi değil, her düştüğümüzde ayaklarınızı daha sıkı basarak ayağa kalkabilmeyi öğrenmiştik bu kitapta. Martı Jonathan, diğer martılardan daha yükseklere uçmayı, daha derinlere dalıp en leziz balıkları avlamayı hedeflemişti kendine ve her seferinde de bunu gerçekleştirip kendisine daha yüksek, daha derin hedefler seçmişti. Richard Bach, herkesin bir hedefinin olması gerektiğini ve her seferinde bir öncekinden daha iyi hedefler seçmemiz gerektiğini, mutluluğumuzun bu olduğunu anlatmaya çalışmıştı bu kitabında.
Bach’ın yeni kitabı ‘Hipnozcu’ özet olarak, ‘Neden buradayız ve nereye gidiyoruz?’, ‘Yanılsamalarla dolu bir dünyada mı yaşıyoruz?’, ‘Bu yanılsamaları gerçeklik olarak kabul etmekten vazgeçersek ne olur?’ gibi cesur sorulara yanıt arayan ve yanıtı ‘yaratıcı trans’ olarak veren ilginç bir kitap. Başka deyişle Bach, düşlediğimiz her şeyin, ama iyi-kötü her şeyin gerçekleştiğini söylüyor bu kitapta. Kitabın 123. sayfadaki ana vurucu tümcesi ise şöyle: ‘Bir ruh olduğumuza inanır inanmaz duvarların içinden süzülerek geçer, Rastlantı Fırtınaları Hastalığı Çağı Savaşı’nın inançlarının etkilerine karşı dayanıklı hale geliriz. Bizi gömemezler, vuramazlar, boğamazlar, ezemezler, havaya uçuramazlar, işkenceden geçiremezler, zehirleyemezler, uyuşturamazlar, zincire vuramazlar, soluksuz bırakamazlar, çiğneyemezler… Yeryüzündeki ya da galaksideki ya da evrendeki ya da uzay-zaman yasasındaki herhangi bir kişi ya da kurum ya da devlet bizi etkileyemez ya da manipule edemez ya da düzensizliğe itemez.’ Yine kitabın 150. sayfasındaki sonuç-çıkarım tümcesi oldukça keskin: ‘Bedenlere sahip değilizdir; onları kesintisiz düşleriz. Kendimize sürekli önerdiğimiz şey oluruz; hastalanırız ya da sağlıklıyızdır; mutlu ya da mutsuzuzdur; düşüncesiz ya da zekiyizdir.’
Bütün bunlar geçen yıllarda salgın bir şekilde tüm insanlığa yayılan ‘Secret’ kitabını ve aynı isimli filmi hatırlattı bana. Nasıl da birden hepimiz hazine bulmuş gibi hissetmiştik bu film ve kitabı gördükten-okuduktan sonra? Evet, herkes ‘düşünebilirdi’ ve düşünce gücüyle istediği her şeye sahip olabilirdi. Güzel önermelerdi bunlar, Bach’ın yeni kitabında söylediği gibi. Ama neden hala 2010 yılına girerken savaşlar ve açlık dünyamızda kol gezmekteydi? Çevremizdeki insanlar neden daha çok hastalanıyor ya da salgın gripler her tarafta kol geziyordu? Bunun suçlusu biz miydik? Yanlış mı düşünmüştük acaba bir şeyleri? Yok, bu kadar yazar ve senarist, filozof insan yanılıyor olmazdı. Hatalı olan düşüncelerimizdi kesin!
Yıllar önce okuduğum Tanrılar Okulu-Stephano D’anna kitabında da aynı düşünce kalıbı vardı: İyi düşün her şeye sahip ol!
Son yıllarda artan bir ivmeyle yaşamımıza nüfuz etmeye çalışan kuantum fiziği-kuantum düşünce tekniği fırtınasının dalgaları olan bu kitaplarda yanlış olan bir şeyler var sanki. Tamam, hayatlarımızın her saniyesinden sorumluyuz, bu konuda hemfikirim, ancak başımıza gelen her şeyin sorumlusunun ‘düşüncelerimiz’ olduğu gibi tüyler ürpertici bir fikri nedense kabul edemiyorum. Sonuç olarak, Secret, Tanrılar Okulu, Hipnozcu gibi kitapların yazarlarına sormak isterdim: ‘Peki Irak’ta yaşayan çocuklar ve yetişkinler yanlış ya da eksik düşündükleri için mi bu durumdalar?’..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder